1 Kasım 2016 Salı

Soğumamış bir vücut, ölmemiş bir vücuttur ve organları alınamaz | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

akademi dergisi, beyin ölümü, caiz mi, fetva emini, kadavra, mehmet fahri sertkaya, organ nakli, organ reddi, organ ticareti, siyonistler,

Soğumamış bir vücut ölmemiş bir vücuttur ve organları alınamaz. 

Soğumuş bir vücut, ölü ve kanı pıhtılaşmış, damarları ve organları tıkanmış bir vücuttur ki bunun da organları alınsa bir işe yaramaz. Dolayısı ile gerçekten ölü kişilerden organ almak nerede ise imkansızdır. Organ naklini nerede ise imkansız hale getiren bu sıkıntının önüne ''Beyin ölümü" tabiri uydurularak ve halen sağ olup, acıyı da hisseden insanların organları alınarak geçilmiştir. 1968'den beri kullanılan ''Beyin ölümü'' tabiri bir sahtekarlıktan başka bir şey değildir. 

Kalbi ve solunumu durduktan tam altı saat sonra bile normale dönen yani bu altı saatlik kriz halinde bile ölmemiş olan hastalar var. Doktorların gerektiğinde bir ya da bir buçuk saat kalbi durdurdukları da biliniyor. Bu nedenle bir kişinin gerçekten öldüğüne emin olmak için MUTLAKA uzun bir süre beklemek gerekiyor. Gerçekten ölmüş birisinin bu bekleme süresi içerisinde zaten organları kullanılamaz hale geliyor. O halde ahlaklı bir hekim için kadavradan-ölüden organ nakli 'İMKANSIZ' duruma geliyor.

Bu yüzden beyin ölümü gerçekleşen ama makineye bağlı olan hastalara çok kıymet veriliyor. Bunlar da gerçekte ölmemiş oldukları halde 'geri dönüşü imkansız' denilerek fişleri çekiliyor. Hatta fişi çekildi denilse de parçalayıp organlarını alana kadar makine desteği çekilmiyor. Hastanın bu anda bilinci de açıksa narkozsuz parçalanışının acısını çekiyor. Ama beyin fonksiyonları zarar görmüş olduğu için -bir çeşit felç hali gibi- vücudu ile tepki veremiyor.

Her iki durumda da organ nakline cevaz vermek dinen mümkün görünmüyor.

Bundan da öncesi var ki, insan vücudu başka bir insanın organını, en mükemmel şekilde nakil edilmiş bile olsa ret ediyor. Buna organ reddi deniliyor. Organ naklinin ilk defa denendiği günlerden bu güne kadar geçen onlarca sene boyunca organ reddi sorununa çare bulunamadı. Bu engeli aşmak için de nakil yapılan hastalara çok çok ağır ve bağışıklık sistemini nerede ise yok eden ilaçlar bir ömür kullandırılıyor ki bağışıklık sistemi bu yabancı organı ret etmesin. 

Bu ilaçlar vücudu öyle bir hale getiriyor ki, ilaçları kullanan insanlar en basit bir etkenden bile tesirlenip ciddi hastalıklara yakalanıyorlar. Aynı anda çok sayıda ciddi hastalığa yakalananlar da oluyor ve hayatları çilekeş oluyor. Bu hususta bir araştırma yapılsa ve nakil yapılmış hastalara;

➥ "Size bu durum baştan gereğince anlatıldı mı? Bu hale geleceğinizi bilseydiniz organ naklini yine de kabul eder miydiniz? Hayatınızdan memnun musunuz? Organ nakli gerçekten de hayatınızı kurtardı mı? Bu yaşadığınız hayat mı?" 

diye sorulsa, ezber bozucu bir netice çıkacağından emin olabilirsiniz. 

Aldanmayın! Türkiye organ kaçakçılığında merkez üs olan ülkelerden biridir. Ülkemizde, dünya genelinde organ ticareti yapan Siyonist gizli Yahudilerin on binlerce etkin elemanı, siyaset, tıp, hukuk sahalarında aktiftir ve korkutucu bir manzara hakimdir. Hükumetler ve Diyanet işleri kurumu bile bunların nüfuzundadır. 

7 Eylül 2016 Çarşamba

O da öldü | İlk kısmi yüz nakli gerçekleştirilen Fransız kadın öldü

tıbbın karanlık yüzü, yüz nakli, kısmi yüz nakli, organ reddi, bağışıklık sistemi, organ nakli,


Fransa’nın kuzeyindeki Amiens Üniversitesi Hastanesi tarafından yapılan açıklamada, 49 yaşındaki Dinoire'nin nisan ayında bir hastalık yüzünden hayatını kaybettiği ancak ailesinin isteği üzerine bu zamana kadar ölüm haberinin kamuoyuna açıklanmadığı belirtildi.

Açıklamada, kadının yüz nakline bağlı bir sağlık sorunu yüzünden mi yoksa başka bir nedenden mi öldüğü konusunda ise bilgi verilmedi. Kadının başka bir hastalık nedeni ile ölmesi durumunda ailesinin bunu neden gizlemek isteyeceğine dair mantıklı bir tahmin de yapılamıyor. 

Köpeği tarafından yüzünün ısırılarak tamamen parçalanmasının ardından 2005 yılında Fransız doktorlar Bernard Devauchelle ve Jean-Michel Dubernard tarafından Dinoire'ye dünyanın ilk kısmi yüz nakli yapılmıştı. Bu ameliyat, dünyadaki yüz nakil ameliyatları alanında bir milat oluşturması açısından önem taşıyordu. Bu güne kadar, organ naklinin olumsuz yönleri kendisine iyice anlatılmadan organ nakledilen ve sonraki süreçte ölümle yüzleşen kişilerin sayısı tahmin bile edilemiyor. Tıp dünyası, dünya insanlığına organ nakli sistemini bir türlü objektif olarak anlatmaya yanaşmıyor. 


20. yüzyılın en büyük aldatmalarından biri: Beyin ölümü...

beyin ölümü, tıbbın karanlık yüzü, organ nakli, organ bağışı, organ mafyası, organ kaçakçılığı, yaşam destek makinesi, organ nakli kanunu, hukuk, ahlak kurulu,



BEYİN ÖLÜMÜ, ÖLÜM DEĞİLDİR

Beyin ölümü tabiri organ ticareti için 1968 tarihinde uydurulmuş bir tabirdir. Beyin ölümü kişinin ölümü demek değildir. İşte uzmanların, bilim çevrelerinin görüşleri...

* Beyin ölümü tanısı konulan hastalardan alınan organlar, esasında hâlâ canlı olan, kalbi atan, yardımla bile olsa nefes alıp-veren, kan dolaşımı devam eden, insan sıcaklığını taşıyan, hatta belki de ağrı duyan insanlardan alınmaktadır. 

* Beyin ölümü kavramı 1968 yılında başarılı kalp nakli ameliyatlarının yapılmasından sonra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından ortaya atılmış ve bugün tıp çevreleri ve hükümetler tarafından hüsnükabul görmüş, 20. yüzyılın en büyük yanılgısından birisidir.

* Beyin ölümü kavramının organ nakillerine ‘malzeme’ sağlama ile yoğun bakımdaki belli hastaları ‘sessiz gemi’ye vakitsizce bindirme dışında hiçbir pratik faydası bulunmamaktadır.

* Beyin ölümü teşhisi koyulan hastalar organları alınana kadar ‘yaşam destek makinesi’nde tutulur, idrar takibi yapılır, enfeksiyon ihtimaline karşı antibiyotik verilir, hatta kalbi durursa kalp masajı yapılır. 

* Eğer anestezi yapılmazsa, beyin ölümü gerçekleşen hastalar organları alınırken neşter darbelerine tepki verir ve kan basıncı ile kalp atımı belirgin şekilde yükselir. İngiltere’de Norfolk ve Norwich Hastaneleri uzman anesteziyoloğu Dr. Phillip Keep 19 Ağustos 2000 tarihli Guardian gazetesine verdiği beyanatta “Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organlarını alırken bıçağı vurduğunuzda nabız ve kan basıncı fırlar. Eğer hastaya anestezi vermezseniz hasta kımıldamaya başlar, kıvranır ve ameliyat etmek imkansız bir hal alır” demiştir.

* Literatürde beyin ölümü teşhisi konulan hamile kadının aylarca bu durumda kaldığı ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirdiği ile beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğun ‘yaşam destek makinesi’ne bağlı olarak ve gerekli beslenmesi yapılarak 14 yıla kadar hayatta kaldığı rapor edilmiştir.

* Beyin ölümü teşhisinde hata yapmak mümkündür. Örneğin GuillianBarre sendromu, hipotermi ve bazı ilaçlar ve toksinler beyin ölümü belirtileri verebilmektedir. 

* Beyin ölümünün mutlak ölüm olduğunu savunan yazarlarının en temel savlarından birisi, beyinin bedendeki “en üst düzenleyici” olduğu, onun geri dönüşümsüz olarak hasarlanması ile yaşamın da sona ermiş olacağıdır. Oysa en az beyin kadar, kalp, karaciğer, böbrek ve diğer organlar da bedensel bütünlüğün ve hayatiyetin devamı için şarttır. Bunlardan her hangi birisinin “ölmesi” de diğer bütün organların iflası, dolayısı ile canlının hayatının sona ermesine yol açar.

* Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Pediatrik Nöroloji profesörü Shewmon, beyin ölümü kriterleri savunucularının temel dayanaklarından birisi olan, beyinin “bedenimizi bir arada tutan ana unsur” olduğu iddiasının tamamen tartışmalı olduğu, çünkü beyin ölümünün bedenin “dağılmasına” neden olmayacağını, dolayısı ile, klinik beyin ölümü durumunun ölümün biricik belirteci olarak tanıda kullanılmaması gerektiğini söylemiştir. Bedenimizi ‘bir arada tutan’ unsur kalptir. Ancak kalp öldüğü zaman, veya bedeni terk ettiği zaman beden ‘dağılır’. 

* 29.05.1979 tarih ve 2238 sayılı “Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun”un 5. maddesi “On sekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır” der. Ancak ülkemizde on sekiz yaşın altındaki beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları, bu yasağa rağmen, hekimlerin teşviki ve anne-babalarının onayı ile alınır ve medya da bunu ‘çarşaf-çarşaf’ haber yapar.

* Mevcut pek çok bilimsel veri ile beyin ölümünün mutlak ölüm olmadığı son derece açıktır. Aslında beyin ölümü sadece, böbrek yetmezliği veya karaciğerin iflası gibi bir prognoz göstergesidir. 

(Bu yazı Prof. Dr. Şahin AKSOY'un bir makalesinden özetle alıntılanmıştır.)

Organları alınırken canlandı | Beyin ölümü ölüm müdür?


organ nakli, beyin ölümü, klinik olarak ölü, zack dunlop, organ bağışı, tıbbın karanlık yüzü, amerika, carlos camejo, morg, organ ticareti, sanhedrin hahamları, israil, organ mafyası,

2 hafta önce bu köşede yayınlanan yazımı şöyle bir not ile bitirmiştim. “Tam köşe yazımı göndermek üzereydim ki, yazılı ve görsel medyaya bir haber düştü. Amerika’da Zack Dunlap adındaki 21 yaşındaki bir gence, geçirdiği kaza sonucunda beyin ölümü teşhisi konularak organları alınmaya hazırlanırken hemşirenin koluna sarılmış ve hayata dönmüş. Bu haberin sonucunu takip edeceğim ama şimdilik, ben “Beyin ölümü gerçek ölüm değildir, sadece ölüme giden yolda bir aşamadır”, dediğimde bana söylemediğini bırakmayanların kulaklarını çınlatmak istedim.” 




Bu köşenin takipçilerinin ve Türkiye biyoetik camiasının ilgili üyelerinin malumu olduğu üzere bu köşenin yazarı, beyin ölümünün kişinin gerçek anlamda öldüğü anlamına gelmediğine, dolayısıyla da onlardan alınan organların da aslında canlıdan yapılan organ nakli sınıfına dahil edilmesi gerektiğine inanmakta. Dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğim haber benim ve benim gibi düşünenler için çok ilginçti. Orijinali, Amerikan NBC Televizyonu tarafından yayınlanan, daha sonra Associated Press ve Reuters tarafından yine aynı mahreçle servis edilen ve ülkemizde de sadece birkaç internet haber sitesi ve bir televizyon kanalı tarafından verilen 21 Kasım 2007 tarihli bu haber, benim, “Beyin Ölümü Gerçekleşmiş Kişilerden Organ Naklini Destekleyenler Cephesi”nin (BÖGKON-DC) yalnızca ulusal değil, uluslararası düzeyde de ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha görmemi sağladı. Bu olay yalnızca BÖGKON-DC’nin güçlülüğünü değil, aynı zamanda ülkemizde ve dünyada medyadaki sağlık editörlerinin ne kadar “seçici” –yoksa “ayrımcı” mı demeli- davrandığını da ortaya koydu.Haberi kısaca özetlemek gerekirse; ABD'de 17 Kasım 2007 Cumartesi akşamı saat 19:30’da geçirdiği trafik kazası sonrası Texas Wichita Falls Hospital’a kaldırılan 21 yaşındaki Zack Dunlap, iki gün kaldığı yoğun bakım ünitesinde yaşam destek ünitesine bağlanır. Ancak doktorlar, pazartesi sabahı saat 11:30’da genç adamın yaşama savaşını kaybettiğine ve beyin ölümünün gerçekleştiğine karar verir. Ailesinin de onayı ile hemşireler Dunlap’ı organ bağışı için hazırlamaya başladığı sırada “ölü” olduğu söylenen Dunlap bir “kendini bilmezlik” yapar ve hemşirenin koluna yapışıp gözlerini açar. Hastaneden bir yetkili verdiği beyanatta "Hemşire de çok şaşırmış. Dunlap aniden koluna yapışmış" der. Hastayı muayene eden doktorlar, gencin bilincinin açık ve hayatta olduğunu görür. Yeniden tedavi altına alan Dunlap'ın sağlık durumunun her geçen gün daha iyiye gittiği belirtilir. Daha sonra, “Bu iş nasıl oldu?” diye sorulan bir hastane yetkilisi, kendince durumu kurtarmak için olsa gerek, tarihi bir söz söylemiş ve “Muhtemelen cihazlarda bir arıza vardı” demiş. Ne demişler, “Mazereti kabahatinden büyük.” 

Ne kadar ilginç bir haber değil mi? Düşünsenize, “Beyin ölümü teşhisi kesin emin olunmadan açıklanmaz”, “Beyin ölümü teşhisinde hata yapılmaz”, “Beyin ölümü gerçekleşen kişi bir daha geri dönmez” denilen bir ortamda Amerika’dan, Texas’ta gelişmiş bir hastaneden böyle bir haber geliyor. İnsan bu haberin devamını merak ediyor değil mi? Ben de o yüzden 2 hafta önceki yazımda, “Bu haberin sonucunu takip edeceğim…” demiştim. Nereden bileyim ben ‘bütün dünyanın’ bu olay konusunda tam bir sessizliğe bürüneceğini. Aradan 20 gün geçti ama ne yazılı basın, ne görsel basın ne de internette bu konuda bir tek satır haber yok. Sanki Zack Dunlap buhar oldu uçtu. Olay Türkiye’de olsa başka bir ihtimal düşünülebilirdi. Zack’ın ailesi ve yakınları kaza gerçekleştikten sonraki 2 gün boyunca internet üzerinden bütün ‘inananlara’ çağrıda bulunup Zack için dua etmelerini istemişler. Tabii Zack ‘geri dönünce’ de “Tanrı dualarımıza cevap verdi, bu Tanrının bir mucizesi” diyerek olaya dini bir boyut kazandırmışlar. Olay ülkemizde olsa, basının, “Laikliğimize halel gelmesin” diye haberin devamını göz ardı ettiği düşünülebilirdi ama Amerika’yı bilenler bilir dindarlık, bazı ülkelerin aksine orada ‘geçer akçe’dir.

Kısacası Zack’ın akıbeti ne oldu, ona beyin ölümü teşhisi koyan doktorlar bu konuda ne diyor, hastanenin transplant cerrahları bir daha beyin ölümünde organ almaya tövbe ettiler mi, kaç kişi bu vesile ile organ bağış kartlarını yırttı bilemiyoruz. Ama bu olay ilk değil. Hatırlayanlar olacaktır, geçen eylül ayında da Venezüella'da trafik kazasında öldüğü sanılan 33 yaşındaki Carlos Camejo, morgdaki otopsi sırasında uyanmış ve bunun üzerine görevliler Camejo'nun yüzünde açtıkları kesiği hemen dikmişlerdi. Hastane yetkilileri bu konuda da yorum yapmaktan kaçınmış, ama Camejo, “Uyandım! Çünkü yüzümdeki ağrı dayanılmazdı” diyerek elindeki otopsi yapılması talimatını gösteren belge ve yüzündeki yara izi ile kameralara poz vermişti. O zaman: “Canım, Venezüella gelişmemiş bir ülke. Ölüm teşhisini doğru dürüst koyamamışlar” denmişti. Şimdiki vaka Amerika’da –ama bu sefer Kuzey’de- olunca işin savunulacak bir tarafı da yoktu. Onlar da(BÖGKON-DC ve onların “yerli ve yabancı işbirlikçileri”) ‘kazaen’ çıkan bu haberin devamının gelmesini engellediler. Malum, bu haber ‘dallanıp budaklanırsa’ pek çok kişinin kafasında var olan beyin ölümüne ilişkin şüpheler daha da artacak ve zaten zar-zor yükseltilmeye çalışılan “kadavradan” nakil sayısı azalacaktı. 

Benzer bir şeyi daha önce ben de yaşamıştım. Medimagazin’de konuyla ilgili çıkan yazımı okuyan çok satan ulusal bir gazetenin bölge muhabiri olan hanım benimle konuşmuş ve bunu gazetesinde ön plana çıkan bir haber yapmak istediğini söylemişti. Benzer ifadeleri daha önce de duyduğumdan “Buna izin vermezler” demiştim. Birkaç gün sonra muhabir hanım beni arayarak ‘merkezdekilerin’, bu haberi kamuoyu “kaldıramaz” gerekçesiyle yayınlayamayacaklarını söyledi. Teşekkür ettim.

“Türkiye’de ve dünyada basın özgür” mü dediniz? “Palavra!” Zaten “özgürlük” denilen şeyin kendisi büyük bir yalan değil mi? Dünyada hiçbir kişi ve kurum özgür değildir ki.Hayır, sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum, sınırlı ölçüde bile özgürlük yoktur. Bu konu çok uzun ve derin olduğundan başka bir yazıya bırakıp bu haftaki yazımı bir temenni ile sonlandırmak istiyorum: Allah bütün doktorları kendisini dinlemeyen hastaların ihanetinden korusun. “Öldün dediysek ölmüşsündür kardeşim! Niye milletin koluna bacağına sarılıyorsun?”

| Prof. Dr. Şahin Aksoy

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Rusya Federasyonu, uzayda organ üretmeye hazırlanıyor | Akademi Dergisi

akademi dergisi, rusya federasyonu, organ, organ nakli, caiz mi, organ üretimi,

Rusya Uzay Araştırmaları Ajansı’nın Uluslar arası Uzay İstasyonu’nda kullanabilir bir niteliğe sahip üç boyutlu yazıcının üretilmesi için çalışmalar başladığı bildirildi.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda görev yapan tek başkanı olma özelliğini elinde bulundurmasının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktalarından birisi olarak nitelendirilen Normandiya Çıkarması’nda Müttefik Birliklerin idare ve komutası altında olduğu bilinen Dwight Eisenhower tarafından verilen talimat neticesinde kurulan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin en büyük rakibi olarak nitelendirilen Rusya Federasyonu’nun en geniş bütçeli resmi organlarından birisi olduğu belirtilen Rusya Uzay Araştırmaları Ajansı’nın geçtiğimiz günlerde gündeme alınan plan kapsamında çalışmalarına hız verdiği bildirildi.

9 Mart 2016 Çarşamba

IŞiD, AKPKK ortak organ ticareti | Akademi Dergisi

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, organ kaçakçılığı, organ mafyası, organ ticareti, akp'nin gerçek yüzü, ışid, petrol kaçakçılığı, suriye, isral, sanhedrin hahamları,

Siz sadece ortak petrol ticareti mi yapıyorlar zan ediyordunuz? Oysa biz bu canilerin mücahit ilan edildiği zamanlarda bile gerçekleri bağırıyorduk "Uyuşturucu, organ ticareti, insan ticareti, büyük İsrail'e hizmet" diyorduk.. "Vatan haini", "fitneci", "Rus ajanı", "Yahudi ajanı" oluyorduk. Hakaretler, iftiralar bitmek bilmiyordu. Şimdi bunların hiçbirinin gıkı çıkmıyor. 

Bunu hatırlarsınız, kısa süre önce yaşandı. "Petrol kaçakçılığı yaptığımız ispat edilsin, bu makamda durmam" demişti ya... Ruslar da kesin deliller, uzun uzun kamera kayıtları, petrol tankerlerinin Suriye'den çıkışı, gümrüklerden sorunsuz geçişi ve Türkiye'de belirlenen yerlere gidişine kadar her aşamayı havadan görüntülemişler ve bu görüntüleri paylaşırken "İstifa etmesine ihtimal vermiyoruz." demişlerdi. 

Bir de şu habere bakın ve AKPKK'nın ülkemizdeki ekonomik krizi yalan göstergeler ile nasıl gizlediğini, sürekli piyasaya sıcak/nakit parayı nasıl sokabildiğini ve kimlerin kasasına ne kadar korkunç paralar gittiğini hesap edin. 

**** 
BİR SARSICI HABER DAHA

AKP, SURİYELİ MUHALİFLERLE BİRLİKTE ORGAN KAÇAKÇILIĞI DA MI YAPIYOR?

Yine çok sayıda ceset bulundu, yine iç organları alınmış...

Suriye resmi haber ajansı SANA'nın haberi: 

HALEP; Türkiye’deki rejimin Suriye ve halkını hedef alan insanlığın yüz karası terör çetelere desteğini deşifre eden ve ‘ılımlı muhalifler’ yada ‘Suriyeli devrimciler’ adıyla örmeye çalıştığı örtünün altındaki gerçeği su yüzüne çıkaran skandallar her gün daha çok artıyor.

Bu bağlamda Lübnanlı el Sefir Gazetesi ‘Suriyeli muhalif’ bir kaynaktan naklen; birkaç gün önce Halep kırsalının güneyinde Şeyh Lütfi Köyünün mezarlığında 50 cesedin gömüldüğünü deşifre etti.

Adının açıklanmasını istemeyen ‘muhalif’ kaynak; Türkiye’deki rejim ve Halep’te edatları olan silahlı grupların işbirliği ile gerçekleşen skandalda Türkiye hastanelerinden getirilen 50 cesedin köy mezarlığında gömüldüğünü belirtti. Kaynak iç organlarının tamamı alınan söz konusu cesetlerin yüzleri maskeli silahlı kişiler tarafından gömülmeden önce tümünün ateşe verildiğine de dikkat çekti.

Söz konusu kaynak cesetlerin tümünün Türkiye’deki Erdoğan hastanelerinden getirildiğine dikkat çekerken; dikkat çekmemek için cesetlerin Suriye topraklarında gözlerden uzak bir yere gömüldüklerini ifade etti. (SANA)

***
2014 yılının Şubat ayında, Suriye'deki karışık durumdan faydalanan bazı güç odaklarının yasa dışı organ ticareti yaptıkları TBMM'de gündeme gelmiş ve soru önergesi verilmişti. Bu konuya dikkat çekme ve yaşanan insanlık dışı kirli ilişkileri meydana serme çabaları sonuçsuz kalmıştı.


Dikkat! Gerçek sahibinin CIA olduğu ispat edilmiş olan Facebook ve benzeri Amerikan menşeli sosyal ağlar bizi uzun yıllardır sansürlüyor. Bu yayını paylaşıp, söz konusu sosyal ağlar üzerinde yaymayı, duyurmayı başaramayacaksınız. Ayrıca bu sosyal ağlardaki sayfalarımıza takipçi olduğunuzda, paylaştıklarımızın çoğunu göremeyeceksiniz. Bu, son sekiz senedir bu şekilde. Bu nedenle bizi, Akademi Dergisi'ni ve Mehmet Fahri Sertkaya'yı, farklı konudaki yüzlerce sitelerimizin bütün yayınlarını Telegram kanalımızdan takip etmenizi tavsiye ederiz: www.t.me/AkademiDergisi

(Takipçiler birbirinin isim ve telefon numaralarını bile göremez. Çok güvenli ve huzurlu bir ortamdır.)

8 Mart 2016 Salı

Anne, evladına böbreğini verebilir mi? | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, tıbbın karanlık yüzü, organ nakli, caiz mi, tedavi, içimizdeki israil, organ ticareti, A9 TV, adnan oktar, sanhedrin hahamları, kök hücre

Anne, evladına böbreğini verebilir mi?

➥ v.a.s. Veremez. Hastalıklı bir vücudu tedavi etmek için sağlam bir vücuda zarar verilemez. Organın alınacağı ve nakledeceği kişilerin birinci dereceden akraba olmaları da bu hükmü bozmaz. İnsanda iki böbrek bulunması ve vücudumuzun bir böbrek ile de idare edebiliyor olması, ikinci böbreğin fazlalık olduğu ve alınabileceği anlamına da gelmez. Zaruret halinde de "Biri ile idare ediyor nasıl olsa, ne var diğerini alıp da şu canı kurtarsak" denilemez.

Organ nakli iddia edildiği gibi hayat kurtarmaz. Organ nakledilen kişilerin hayatları çilekeş ve çekilmez olur. Sürekli ilaç kullanımı, sürekli tıbbi kontrol, sürekli hastalanma olur. Zira bağışık sistemini bastırması ve vücudun dışarıdan gelen organı ret etmemesi için akla zarar ilaçlar kullanılır. 

Böbrek hatta kalp hastaları için bile çoktan laboratuvar ortamında, 3 boyutlu yazıcılar ile, kök hücre tekniği yan yana getirilerek organlar üretildi. Bunlar gayet sağlıklı şekilde çalıştı. Birkaç başarılı nakil gerçekleşti. Bundan öncesinde yapay organ teknolojisinde dev başarılar elde edilmişti. Şu anda insanın eksik veya kusurlu organını, kendi vücudunda, uygun bir hayvanın vücudunda ya da laboratuvar ortamında üretmek mümkün. 

Dikkatini çekeceğim husus şu ki, bu muazzam başarılara ve alternatiflere rağmen kimse bu alana yönelmiyor. Dünya insanlığından bu başarılar bile güçleri yettiğince gizlenmek isteniyor. İnsanlara organ nakli ve bağışı dayatılıyor. Bu tekniklerin yayılmasını birileri istemiyor. Çünkü ülkemizde organ bağışı fetvaları verdirenler, resmi kurumları baskı altına alanlar, kampanyaları hemen her gün patlatanlar, basını medyayı bu kampanyalarda sürekli kullananlar, suça kadar varıp insanların dini duygularını-kabullenişlerini baskı altına alanlar hep anlattığım üzere uluslar arası organ ticareti çeteleridir ki bunların beyni İsrail'deki Sanhedrin hahamlarıdır. Hani şu A9 TV'ye çıkarılan ve "Tertemiz insanlar onlar, peygamber soyu onlar" denilen kişiler. 

Bu millet artık özgür irade sahibi olmalı. Haklarını bilmeli, kullanmalı. Böyle haham ve mason ortak çetelerinin menfaatleri için acılar çekmemeli. 

Son olarak, ölüm bir felaketmiş, akıllara zarar korkunç bir şeymiş gibi, illa hastayı hayatta tutmaya yönelik kuralsız bir gayret, bir hareket tarzı, son derece yanlış ve Cenab-ı Hakk'a karşı yakışıksızdır. Müslümanlar meşru sebeplere uyarlar, güçleri yetmeyince de takdire rıza gösterirler. Gösteremeyenler, dinen kusurludurlar. Gösteremeyip dinen meşru olmayan sebeplerle hastalarını hayatta tutmaya çalışanlar, iyilik değil, kusur işlemiş olurlar.


Dikkat! Gerçek sahibinin CIA olduğu ispat edilmiş olan Facebook ve benzeri Amerikan menşeli sosyal ağlar bizi uzun yıllardır sansürlüyor. Bu yayını paylaşıp, söz konusu sosyal ağlar üzerinde yaymayı, duyurmayı başaramayacaksınız. Ayrıca bu sosyal ağlardaki sayfalarımıza takipçi olduğunuzda, paylaştıklarımızın çoğunu göremeyeceksiniz. Bu, son sekiz senedir bu şekilde. Bu nedenle bizi, Akademi Dergisi'ni ve Mehmet Fahri Sertkaya'yı, farklı konudaki yüzlerce sitelerimizin bütün yayınlarını Telegram kanalımızdan takip etmenizi tavsiye ederiz: www.t.me/AkademiDergisi

(Takipçiler birbirinin isim ve telefon numaralarını bile göremez. Çok güvenli ve huzurlu bir ortamdır.)

4 Mart 2016 Cuma

Gerçekten zorlayıcı bir sebep yoksa, otopsi yapmak kesinlikle caiz değildir. | Mehmet Fahri Sertkaya


Otopsi yapılmadığı takdirde bir cinayet çözülemeyecek, şüphe altındaki kişi aklanamayacak, cinayet mi değil mi, tecavüz mü değil mi anlaşılamayacak ise ve benzeri zaruret halleri bulunmuyor ise, otopsi yapmakta dinen sakınca görmeyen yanlış bir bakış açısı ile sürekli otopsi talep edilmesi, otopsi yapılması, kesinlikle caiz değildir. 

Ölümle birlikte beden, kıymetsiz bir atığa dönüşmez. İnsan bedeninin hususi bir kıymeti ve dokunulmazlığı vardır. Bu sadece biz müslümanlar için böyle değildir, Yahudiler, Japonlar ve diğer pek çok millet için de böyledir. Hatta Japonlarda, aynı biz Müslümanlarda olduğu gibi organ nakli doğru kabul edilmez, izin verilmez. Sadece son zamandaki medya baskısı ile çocuklarda organ nakline izin veriyorlar.


Dikkat! Gerçek sahibinin CIA olduğu ispat edilmiş olan Facebook ve benzeri Amerikan menşeli sosyal ağlar bizi uzun yıllardır sansürlüyor. Bu yayını paylaşıp, söz konusu sosyal ağlar üzerinde yaymayı, duyurmayı başaramayacaksınız. Ayrıca bu sosyal ağlardaki sayfalarımıza takipçi olduğunuzda, paylaştıklarımızın çoğunu göremeyeceksiniz. Bu, son sekiz senedir bu şekilde. Bu nedenle bizi, Akademi Dergisi'ni ve Mehmet Fahri Sertkaya'yı, farklı konudaki yüzlerce sitelerimizin bütün yayınlarını Telegram kanalımızdan takip etmenizi tavsiye ederiz: www.t.me/AkademiDergisi

(Takipçiler birbirinin isim ve telefon numaralarını bile göremez. Çok güvenli ve huzurlu bir ortamdır.)

Cesedini ve organlarını kimseye kaptırma! Bu bir insanlık suçudur, ihbarda bulunuyorum. | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, mehmet fahri sertkaya, organ nakli, içimizdeki israil, sanhedrin hahamları, caiz mi, siyonistler, organ kaçakçılığı, kadavra, fıkıh, organ bağışı, hukuk,

Bazı devlet yetkilileri, başka devletlerden kadavralar satın alıyor. Bu kadavralar ise kimsesizlerin kadavraları. Bir insanın kimsesiz olması, kimsesiz olarak vefat etmesi, insani vazifelerin yapılarak kimsesizler mezarlığına defin edilmesini gerektirir. Bir insanın kimsesiz şekilde vefat etmesi, bedeninin bir mal gibi, bir eşya gibi, bir atık gibi alınıp satılmasını, devletin ya da hekimlerin bu bedenin sahipleri imiş gibi tasarrufta bulunmasını, bedeninin alınıp dünyanın başka bir yerinde parça parça edilmesini, günlerce, haftalarca gözler önünde kalmasını MEŞRU ve HUKUKİ kılmaz. Bu bir insanlık suçudur. 

İhbarda bulunuyorum, 

Türkiye'nin başka devletlerden kimsesizlerin kadavralarını yüksek fiyatlar ile satın alması, böyle iğrenç bir pazar oluşmasına ve bu pazarın işlerliğine destek olması da yeterli olmuyor ve Türkiye'deki kimsesizlerin cenazeleri de bu hukuksuzlar tarafından sahipleniliyor ve bir çöp olana kadar parça parça ediliyor. Bu bir suçtur. Buna izin veren yasal düzenleme de yoktur. Böyle bir yasal düzenleme yapılmış olsa bile hukuka aykırı olurdu ve iptali zorunlu olurdu. 

İhbarda bulunuyorum, 

Türkiye'de ve Kıbrıs'ta bazı özel hastahaneler, uluslar arası Siyonist organ kaçakçılığı çetesine hizmet etmek için kuruluyor. Türkiye, dünya organ ticareti trafiğinin tam kalbinde yer alan, üs olmuş bir ülke... Bu başarıyı(!) içimizdeki İsrail'e borçluyuz. Ara ara medyaya yansıyan ve organ kaçakçılarını suç üstü yapan operasyonlar, devede kulak bile değil. Denetim varmış hissine kapılmamız için, kamuoyu yönlendirmesi için yapılan operasyonlar, bunlardan bazıları... Ortalık daha hayatta iken böbreğinin birini satmak isteyenlerle dolu ve bunların ciddi bir kısmı da satacak yeri zorlanmadan buluyorlar. Bir tek devletimiz, istihbaratımız ve emniyet müdürlüklerimiz bulamıyor. 

Bazı hastahanelerde, ameliyat esnasında ölen kişilerin sağlıklı olan bazı organlarının çıkarılıp da karınlarının dikildiği şüphesi hakim. Pek çok hastahanede ölenlerin gözlerinden kornealar çalınıyor. Bunun için yasal düzenleme bile yapıldı "Benim korneamı alabilirsiniz" diye imza atanların değil, atmayanların korneaları alınıyor. Kornealarınızın alınmasına izniniz yoksa gidip "Benim kornealarım ya da bedenimin parçaları alınmasın" diye resmi evraka imza atmanız gerekiyormuş. Ne kadar tuhaf... Bu şekilde bir düzenleme bile, devlet kurumlarının olmadık bir takım insanların kontrolüne geçebildiğini, yargının ve yüksek yargının memleketteki en korkunç hukuksuzluklara bile müdahale edemeyecek durumda olduğunu gözler önüne sermiyor mu? Hatta ucu açık bir cümle var düzenlemede ve "Vücut bütünlüğünü bozmayan organlar" deniliyor. Artık çek nereye çekersen. Bunun Türkçesi şudur; Ben devlet olarak vatandaşımın her parçasının sahibiyim. Size, sağlık personeline meydanı bıraktım, gücünüz yettiği kadar oynayın, alın, sökün, takın, yapın bu işleri ama dikkat edin açık vermeyin...

Bütün bunlar hukuksuzluk, bütün bunlar hırsızlık, bütün bunlar canilik ve insanlık suçu. Bir yasanın bir şekilde meclisten geçmiş olması da onun hukuka uygun olduğu anlamına gelmez, bir sahada faaliyet gösterenlerin çoğunun bir şeyi meşru görmesi de o şeyin hukuka ve insan haklarına uygun olduğu anlamına gelmez. Ölen insan da halen insandır ve hakları, dokunulmazlığı vardır. Türkiye'de sağlık sahası, imkanları, başarıları muazzam şekilde ilerledi ama ahlaki yönü tam aksine olarak taban yaptı. Doktorların çok ciddi bir kısmının din, ahlak, kul hakkı, hesap, cehennem azabı, mahkeme-i kübra sıkıntıları yok. Şu dünyanın mahkemelerini aldatabiliyorlarsa, sıkıntıları yok. 

İnançlarından dolayı organlarını bağışlamayan ve organ bağışını doğru bulmayan on milyonlarca insanın, devlet politikaları ve devlet içine sızmış bir takım çetelenmelerin marifeti ile her gün sabah akşam baskı altına alınmaları da hukuksuzluktur. Bağışlayan bağışlar, bağışlamayan bağışlamaz, bu ısrarın gerçek sebebi nedir? İsrail'in dünyanın dört bir yanından kaçırdığı toplamda yüz binlece çocuğu, parçalayıp her bir parçasını başka bir ülkeye satmak yolu ile elde ettiği para halen yetersiz midir? Açılışını ülkemizin boşbakanının yaptığı ve uzun uzun övdüğü bir özel hastahanenin bile organ kaçakçılığı için kurulduğunun meydana çıkmış olması, medyaya yansımış olması ne kadar vahim bir halde olunduğunun resmidir. 

Devletler, rejimler, inançlara müdahale edemezler. Rejimler, kendi kafalarına, keyiflerine göre bir eğitim müfredatı bile belirleyemezler. Madem demokrat olacaklar, madem laik olacaklar hakkını vermeliler. Demorasi, laiklik ve çağdaşlık söylemleri ile ne inanç karşıtlığı yapılabilir, ne toplum mühendisliği, ne de organ kaçakçılığı ve çeşitli insanlık dışı suçlar yapılabilir. Ne de toplumun büyük kesiminin tabi olduğu bir inanca bağlı olanlar medya terörüne, resmi kurumların terörüne maruz bırakılabilir. 

İslami meseleleri, gerçek İslam alimleri bilir. Satın alınmış medya hocaları ve maaşları bile faizden, kumardan ve fahişelerden alınan vergiler ile ödenen, mevcut rejimin kuklası olmuş, bir milyon liraya makam araçları almakla meşgul bir Hıyanet işleri başkanlığı değil... 

Organ bağışı, organ nakli caiz değildir. Caiz olmadığını savunanların delilleri çok mesnedli-delilli, mantıklı ve ilmidir. Caiz olduğunu savunanları ciddi bir mesnedi-dayanağı yoktur. 

İnsanların bedenleri, kendilerinin değildir. Bedenleri üzerinde hayatta iken ya da öldükten sonra organlarını bir başkasına vermek gibi bir tasarruf hakları yoktur. 

İnsanların cesetlerini kadavra olarak kullanmak da caiz değildir, kendisi buna rıza gösterse de caiz değildir. Kimsesizlerin cenazelerini böyle kullanmak hiç caiz değildir. Ölümden sonra beden değersiz bir atık değildir. Ölümden sonra da ruh ve beden bağı tam olarak kopmaz. 

Kadavra bulunamayınca her şey krize girecekmiş ve hiç gerçek hekim-cerrah yetişmeyecekmiş gibi bir algı oluşturulması da doğru değildir. Gerçekten kıymet verilip, gereğince düzenlenen bir eğitim öğretim sisteminde, mezun olana kadar tıp fakültesi öğrencilerinin defalarca gerçek ameliyatlara girmesi, tecrübeli cerrahları izlemesi, bir süre sonra da ameliyatlara, hekimin kontrolünde girmesi mümkündür. O kadar zor değildir. Dünyanın dört bir tarafından ceset çalmak kadar da zor değildir. 

Yapılan birkaç otopsinin kaliteli video çekimleri ile bile, yazılacak bir takım simulasyon yazılımları ve teçhizatı-donanımı ile bile, pek çok ülkede satılan eğitim maksatlı üretilen plastikten ve özel kimyasallardan üretilmiş gerçekçi, birebir insan vücutları ile çok yollar kat edilebilir. 

Şu adresi incelemelisiniz: http://organnaklicaizmi.blogspot.com/


Dikkat! Gerçek sahibinin CIA olduğu ispat edilmiş olan Facebook ve benzeri Amerikan menşeli sosyal ağlar bizi uzun yıllardır sansürlüyor. Bu yayını paylaşıp, söz konusu sosyal ağlar üzerinde yaymayı, duyurmayı başaramayacaksınız. Ayrıca bu sosyal ağlardaki sayfalarımıza takipçi olduğunuzda, paylaştıklarımızın çoğunu göremeyeceksiniz. Bu, son sekiz senedir bu şekilde. Bu nedenle bizi, Akademi Dergisi'ni ve Mehmet Fahri Sertkaya'yı, farklı konudaki yüzlerce sitelerimizin bütün yayınlarını Telegram kanalımızdan takip etmenizi tavsiye ederiz: www.t.me/AkademiDergisi

(Takipçiler birbirinin isim ve telefon numaralarını bile göremez. Çok güvenli ve huzurlu bir ortamdır.)

11 Şubat 2016 Perşembe

Aldanmayın! Diyanet İşleri Başkanı bile, beyin ölümü gerçekleşen kardeşi Recep Yazıcıoğlu'nun organlarını bağışlamadı. | Mehmet Fahri Sertkaya

mehmet fahri sertkaya, akademi dergisi, diyanet işleri başkanlığı, diyanetin fetvası, caiz mi, organ nakli, organ bağışı, recep yazıcıoğlu, mustafa sait yazıcıoğlu, fetva emini,

ALDANMAYIN!
 
İçindeki ihlaslı Müslümanları tenzih ederiz ama Diyanet İşleri Başkanlığı Sabetayist Yahudi rejimin, Kemalizm maskesi ile kurduğu ve tepe tepe kullandığı, kullanmakta olduğu çok sorunlu bir kurumdur. Bütün kadro sorunlu değilse de aralarında yüksek oranda sapkın inançlı ya da samimiyetsiz ve paraya, makama kendini bağlamış kişiler mevcuttur ve bundan da önemlisi kurum olarak güvenilecek, ciddiye alınacak bir durumda değildir. Siyasetçilerin ve bazı gizli örgütlenmelerin nüfuzundadır.

Bu güne değin en çok tıklanılanlar