7 Eylül 2016 Çarşamba

O da öldü | İlk kısmi yüz nakli gerçekleştirilen Fransız kadın öldü

tıbbın karanlık yüzü, yüz nakli, kısmi yüz nakli, organ reddi, bağışıklık sistemi, organ nakli,


Fransa’nın kuzeyindeki Amiens Üniversitesi Hastanesi tarafından yapılan açıklamada, 49 yaşındaki Dinoire'nin nisan ayında bir hastalık yüzünden hayatını kaybettiği ancak ailesinin isteği üzerine bu zamana kadar ölüm haberinin kamuoyuna açıklanmadığı belirtildi.

Açıklamada, kadının yüz nakline bağlı bir sağlık sorunu yüzünden mi yoksa başka bir nedenden mi öldüğü konusunda ise bilgi verilmedi. Kadının başka bir hastalık nedeni ile ölmesi durumunda ailesinin bunu neden gizlemek isteyeceğine dair mantıklı bir tahmin de yapılamıyor. 

Köpeği tarafından yüzünün ısırılarak tamamen parçalanmasının ardından 2005 yılında Fransız doktorlar Bernard Devauchelle ve Jean-Michel Dubernard tarafından Dinoire'ye dünyanın ilk kısmi yüz nakli yapılmıştı. Bu ameliyat, dünyadaki yüz nakil ameliyatları alanında bir milat oluşturması açısından önem taşıyordu. Bu güne kadar, organ naklinin olumsuz yönleri kendisine iyice anlatılmadan organ nakledilen ve sonraki süreçte ölümle yüzleşen kişilerin sayısı tahmin bile edilemiyor. Tıp dünyası, dünya insanlığına organ nakli sistemini bir türlü objektif olarak anlatmaya yanaşmıyor. 


20. yüzyılın en büyük aldatmalarından biri: Beyin ölümü...

beyin ölümü, tıbbın karanlık yüzü, organ nakli, organ bağışı, organ mafyası, organ kaçakçılığı, yaşam destek makinesi, organ nakli kanunu, hukuk, ahlak kurulu,



BEYİN ÖLÜMÜ, ÖLÜM DEĞİLDİR

Beyin ölümü tabiri organ ticareti için 1968 tarihinde uydurulmuş bir tabirdir. Beyin ölümü kişinin ölümü demek değildir. İşte uzmanların, bilim çevrelerinin görüşleri...

* Beyin ölümü tanısı konulan hastalardan alınan organlar, esasında hâlâ canlı olan, kalbi atan, yardımla bile olsa nefes alıp-veren, kan dolaşımı devam eden, insan sıcaklığını taşıyan, hatta belki de ağrı duyan insanlardan alınmaktadır. 

* Beyin ölümü kavramı 1968 yılında başarılı kalp nakli ameliyatlarının yapılmasından sonra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından ortaya atılmış ve bugün tıp çevreleri ve hükümetler tarafından hüsnükabul görmüş, 20. yüzyılın en büyük yanılgısından birisidir.

* Beyin ölümü kavramının organ nakillerine ‘malzeme’ sağlama ile yoğun bakımdaki belli hastaları ‘sessiz gemi’ye vakitsizce bindirme dışında hiçbir pratik faydası bulunmamaktadır.

* Beyin ölümü teşhisi koyulan hastalar organları alınana kadar ‘yaşam destek makinesi’nde tutulur, idrar takibi yapılır, enfeksiyon ihtimaline karşı antibiyotik verilir, hatta kalbi durursa kalp masajı yapılır. 

* Eğer anestezi yapılmazsa, beyin ölümü gerçekleşen hastalar organları alınırken neşter darbelerine tepki verir ve kan basıncı ile kalp atımı belirgin şekilde yükselir. İngiltere’de Norfolk ve Norwich Hastaneleri uzman anesteziyoloğu Dr. Phillip Keep 19 Ağustos 2000 tarihli Guardian gazetesine verdiği beyanatta “Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organlarını alırken bıçağı vurduğunuzda nabız ve kan basıncı fırlar. Eğer hastaya anestezi vermezseniz hasta kımıldamaya başlar, kıvranır ve ameliyat etmek imkansız bir hal alır” demiştir.

* Literatürde beyin ölümü teşhisi konulan hamile kadının aylarca bu durumda kaldığı ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirdiği ile beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğun ‘yaşam destek makinesi’ne bağlı olarak ve gerekli beslenmesi yapılarak 14 yıla kadar hayatta kaldığı rapor edilmiştir.

* Beyin ölümü teşhisinde hata yapmak mümkündür. Örneğin GuillianBarre sendromu, hipotermi ve bazı ilaçlar ve toksinler beyin ölümü belirtileri verebilmektedir. 

* Beyin ölümünün mutlak ölüm olduğunu savunan yazarlarının en temel savlarından birisi, beyinin bedendeki “en üst düzenleyici” olduğu, onun geri dönüşümsüz olarak hasarlanması ile yaşamın da sona ermiş olacağıdır. Oysa en az beyin kadar, kalp, karaciğer, böbrek ve diğer organlar da bedensel bütünlüğün ve hayatiyetin devamı için şarttır. Bunlardan her hangi birisinin “ölmesi” de diğer bütün organların iflası, dolayısı ile canlının hayatının sona ermesine yol açar.

* Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Pediatrik Nöroloji profesörü Shewmon, beyin ölümü kriterleri savunucularının temel dayanaklarından birisi olan, beyinin “bedenimizi bir arada tutan ana unsur” olduğu iddiasının tamamen tartışmalı olduğu, çünkü beyin ölümünün bedenin “dağılmasına” neden olmayacağını, dolayısı ile, klinik beyin ölümü durumunun ölümün biricik belirteci olarak tanıda kullanılmaması gerektiğini söylemiştir. Bedenimizi ‘bir arada tutan’ unsur kalptir. Ancak kalp öldüğü zaman, veya bedeni terk ettiği zaman beden ‘dağılır’. 

* 29.05.1979 tarih ve 2238 sayılı “Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun”un 5. maddesi “On sekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır” der. Ancak ülkemizde on sekiz yaşın altındaki beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları, bu yasağa rağmen, hekimlerin teşviki ve anne-babalarının onayı ile alınır ve medya da bunu ‘çarşaf-çarşaf’ haber yapar.

* Mevcut pek çok bilimsel veri ile beyin ölümünün mutlak ölüm olmadığı son derece açıktır. Aslında beyin ölümü sadece, böbrek yetmezliği veya karaciğerin iflası gibi bir prognoz göstergesidir. 

(Bu yazı Prof. Dr. Şahin AKSOY'un bir makalesinden özetle alıntılanmıştır.)

Organları alınırken canlandı | Beyin ölümü ölüm müdür?


organ nakli, beyin ölümü, klinik olarak ölü, zack dunlop, organ bağışı, tıbbın karanlık yüzü, amerika, carlos camejo, morg, organ ticareti, sanhedrin hahamları, israil, organ mafyası,

2 hafta önce bu köşede yayınlanan yazımı şöyle bir not ile bitirmiştim. “Tam köşe yazımı göndermek üzereydim ki, yazılı ve görsel medyaya bir haber düştü. Amerika’da Zack Dunlap adındaki 21 yaşındaki bir gence, geçirdiği kaza sonucunda beyin ölümü teşhisi konularak organları alınmaya hazırlanırken hemşirenin koluna sarılmış ve hayata dönmüş. Bu haberin sonucunu takip edeceğim ama şimdilik, ben “Beyin ölümü gerçek ölüm değildir, sadece ölüme giden yolda bir aşamadır”, dediğimde bana söylemediğini bırakmayanların kulaklarını çınlatmak istedim.” 




Bu köşenin takipçilerinin ve Türkiye biyoetik camiasının ilgili üyelerinin malumu olduğu üzere bu köşenin yazarı, beyin ölümünün kişinin gerçek anlamda öldüğü anlamına gelmediğine, dolayısıyla da onlardan alınan organların da aslında canlıdan yapılan organ nakli sınıfına dahil edilmesi gerektiğine inanmakta. Dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğim haber benim ve benim gibi düşünenler için çok ilginçti. Orijinali, Amerikan NBC Televizyonu tarafından yayınlanan, daha sonra Associated Press ve Reuters tarafından yine aynı mahreçle servis edilen ve ülkemizde de sadece birkaç internet haber sitesi ve bir televizyon kanalı tarafından verilen 21 Kasım 2007 tarihli bu haber, benim, “Beyin Ölümü Gerçekleşmiş Kişilerden Organ Naklini Destekleyenler Cephesi”nin (BÖGKON-DC) yalnızca ulusal değil, uluslararası düzeyde de ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha görmemi sağladı. Bu olay yalnızca BÖGKON-DC’nin güçlülüğünü değil, aynı zamanda ülkemizde ve dünyada medyadaki sağlık editörlerinin ne kadar “seçici” –yoksa “ayrımcı” mı demeli- davrandığını da ortaya koydu.Haberi kısaca özetlemek gerekirse; ABD'de 17 Kasım 2007 Cumartesi akşamı saat 19:30’da geçirdiği trafik kazası sonrası Texas Wichita Falls Hospital’a kaldırılan 21 yaşındaki Zack Dunlap, iki gün kaldığı yoğun bakım ünitesinde yaşam destek ünitesine bağlanır. Ancak doktorlar, pazartesi sabahı saat 11:30’da genç adamın yaşama savaşını kaybettiğine ve beyin ölümünün gerçekleştiğine karar verir. Ailesinin de onayı ile hemşireler Dunlap’ı organ bağışı için hazırlamaya başladığı sırada “ölü” olduğu söylenen Dunlap bir “kendini bilmezlik” yapar ve hemşirenin koluna yapışıp gözlerini açar. Hastaneden bir yetkili verdiği beyanatta "Hemşire de çok şaşırmış. Dunlap aniden koluna yapışmış" der. Hastayı muayene eden doktorlar, gencin bilincinin açık ve hayatta olduğunu görür. Yeniden tedavi altına alan Dunlap'ın sağlık durumunun her geçen gün daha iyiye gittiği belirtilir. Daha sonra, “Bu iş nasıl oldu?” diye sorulan bir hastane yetkilisi, kendince durumu kurtarmak için olsa gerek, tarihi bir söz söylemiş ve “Muhtemelen cihazlarda bir arıza vardı” demiş. Ne demişler, “Mazereti kabahatinden büyük.” 

Ne kadar ilginç bir haber değil mi? Düşünsenize, “Beyin ölümü teşhisi kesin emin olunmadan açıklanmaz”, “Beyin ölümü teşhisinde hata yapılmaz”, “Beyin ölümü gerçekleşen kişi bir daha geri dönmez” denilen bir ortamda Amerika’dan, Texas’ta gelişmiş bir hastaneden böyle bir haber geliyor. İnsan bu haberin devamını merak ediyor değil mi? Ben de o yüzden 2 hafta önceki yazımda, “Bu haberin sonucunu takip edeceğim…” demiştim. Nereden bileyim ben ‘bütün dünyanın’ bu olay konusunda tam bir sessizliğe bürüneceğini. Aradan 20 gün geçti ama ne yazılı basın, ne görsel basın ne de internette bu konuda bir tek satır haber yok. Sanki Zack Dunlap buhar oldu uçtu. Olay Türkiye’de olsa başka bir ihtimal düşünülebilirdi. Zack’ın ailesi ve yakınları kaza gerçekleştikten sonraki 2 gün boyunca internet üzerinden bütün ‘inananlara’ çağrıda bulunup Zack için dua etmelerini istemişler. Tabii Zack ‘geri dönünce’ de “Tanrı dualarımıza cevap verdi, bu Tanrının bir mucizesi” diyerek olaya dini bir boyut kazandırmışlar. Olay ülkemizde olsa, basının, “Laikliğimize halel gelmesin” diye haberin devamını göz ardı ettiği düşünülebilirdi ama Amerika’yı bilenler bilir dindarlık, bazı ülkelerin aksine orada ‘geçer akçe’dir.

Kısacası Zack’ın akıbeti ne oldu, ona beyin ölümü teşhisi koyan doktorlar bu konuda ne diyor, hastanenin transplant cerrahları bir daha beyin ölümünde organ almaya tövbe ettiler mi, kaç kişi bu vesile ile organ bağış kartlarını yırttı bilemiyoruz. Ama bu olay ilk değil. Hatırlayanlar olacaktır, geçen eylül ayında da Venezüella'da trafik kazasında öldüğü sanılan 33 yaşındaki Carlos Camejo, morgdaki otopsi sırasında uyanmış ve bunun üzerine görevliler Camejo'nun yüzünde açtıkları kesiği hemen dikmişlerdi. Hastane yetkilileri bu konuda da yorum yapmaktan kaçınmış, ama Camejo, “Uyandım! Çünkü yüzümdeki ağrı dayanılmazdı” diyerek elindeki otopsi yapılması talimatını gösteren belge ve yüzündeki yara izi ile kameralara poz vermişti. O zaman: “Canım, Venezüella gelişmemiş bir ülke. Ölüm teşhisini doğru dürüst koyamamışlar” denmişti. Şimdiki vaka Amerika’da –ama bu sefer Kuzey’de- olunca işin savunulacak bir tarafı da yoktu. Onlar da(BÖGKON-DC ve onların “yerli ve yabancı işbirlikçileri”) ‘kazaen’ çıkan bu haberin devamının gelmesini engellediler. Malum, bu haber ‘dallanıp budaklanırsa’ pek çok kişinin kafasında var olan beyin ölümüne ilişkin şüpheler daha da artacak ve zaten zar-zor yükseltilmeye çalışılan “kadavradan” nakil sayısı azalacaktı. 

Benzer bir şeyi daha önce ben de yaşamıştım. Medimagazin’de konuyla ilgili çıkan yazımı okuyan çok satan ulusal bir gazetenin bölge muhabiri olan hanım benimle konuşmuş ve bunu gazetesinde ön plana çıkan bir haber yapmak istediğini söylemişti. Benzer ifadeleri daha önce de duyduğumdan “Buna izin vermezler” demiştim. Birkaç gün sonra muhabir hanım beni arayarak ‘merkezdekilerin’, bu haberi kamuoyu “kaldıramaz” gerekçesiyle yayınlayamayacaklarını söyledi. Teşekkür ettim.

“Türkiye’de ve dünyada basın özgür” mü dediniz? “Palavra!” Zaten “özgürlük” denilen şeyin kendisi büyük bir yalan değil mi? Dünyada hiçbir kişi ve kurum özgür değildir ki.Hayır, sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum, sınırlı ölçüde bile özgürlük yoktur. Bu konu çok uzun ve derin olduğundan başka bir yazıya bırakıp bu haftaki yazımı bir temenni ile sonlandırmak istiyorum: Allah bütün doktorları kendisini dinlemeyen hastaların ihanetinden korusun. “Öldün dediysek ölmüşsündür kardeşim! Niye milletin koluna bacağına sarılıyorsun?”

| Prof. Dr. Şahin Aksoy

Bu güne değin en çok tıklanılanlar